Ama siz hâlâ kendinizi, size ait olmayan bir yerde harcıyorsanız, bunun adı fedakârlık değil, yorgunluk ve zaman kaybıdır.
Tasavvuf bunu yüzyıllar önce fark ettirmiştir bizlere...
Tasavvuf geleneğinde insan, kalbini ve ruhunu “kendi” ile “hakiki” arasında ayırmayı öğrenir. Eğer bir kalp size kapısını açmış, sizi bağrına basmışsa orada varlığınız bir anlam taşır; yoksa ne kadar çabalarsanız çabalayın, enerjiniz boşa gider, yorgunluk ve boşluk olarak geri döner.
Ben de kendi ruhumdan gelen naçizane fikrimi şöyle ifade edebilirim:
“Kalbinizi yanlış kapılarda bırakmayın. Enerjinizi, dikkatinizi ve varlığınızı size ait olmayan insanlara harcamayın.”
Günümüz dünyasında ise bu düşünceyi psikolojik olarak yorumlamak başka bir boyut kazanıyor.
İnsan ilişkileri hızla değişiyor; bağlar kolayca kurulur, kolayca kopar. Ama herkesle “oradayım” demek, herkesin yükünü taşımak mümkün değildir. Sizi yıpratır, gerçekliğinizi kaybettirir.
RUHUNUZU PARÇALAR
Kendi sınırlarınızı bilmek, kendi kalbinizin değerini korumak cesarettir.
Artık durmanın, çekilmenin ve “hayır” demenin gücü var.
Kimseye ait olmayan bir kalpte ısrar etmek, sadece kendi ruhunuzu parçalar.
NEFSİNİ BOŞ YERE YORMA...
Tasavvuf bunu “nefsin boş yere yorulmaması” olarak anlatır; psikoloji bunu “karakterin bütünlüğünü koruması” olarak gösterir.
O yüzden kararınızı verin:
“Artık orada durmayacağım. Enerjim, zamanım ve sevgim, sadece bana ait olan kalpler için olacak.“
Geri kalan mı?
Boşa harcanacak hayat yok artık.
Giden gitsin, kalan kalbe şükür...










